XIX. Yüzyılın baÅŸlarına kadar gözler hep Roma ile YunanÂ’daydı. ÇaÄŸdaÅŸ uygarlığımız yalnız bu iki kaynaÄŸa indirgenmekteydi. Bu görüş NapolyonÂ’un Mısır seferiyle deÄŸiÅŸti. Onunla birlikte MısırÂ’a giden bilginler, icat ve anıttan yana zengin bu iki uygarlıktan, çok daha eski bir uygarlığın varlığını ÅŸaÅŸkınlık ve hayranlıkla gördüler. 1842′de ufuk daha da geniÅŸledi; FransaÂ’nın Musul baÅŸkonsolosu Botta, MezopotamyaÂ’nın antik anıtlarını ortaya çıkardı. Bunu, öteki uygarlıkların, (Sümerler, Babilliler, Egeliler, Hititliler, UkraynaÂ’dan MoÄŸolistanÂ’a uzayan steplerde yaÅŸayan göçebe halk) tanınması ve incelenmesi izledi.
Bugün Atina ve Roma gözümüzde parlak olmakla birlikte uygarlık tarihinin bir ayrıntısından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Birçok belli baÅŸlı teknik icatları artık onlara mal edemeyiz. Biliyoruz ki bunlar. Roma saltanatının ya da Yunanistan’ın ünlü filozoflarının gölgesinde deÄŸil, zaman zaman büyük imparatorluklar kurmakla birlikte sonradan unutulmuÅŸ Asyalı toplumların eserleridir. Yukarıda sabanın, koÅŸumun, gemin bu halkaların icatları olduklarını görmüştük. Ama tereyağının İşkillerin icadı, demirin de (M.Ö. 1300′de) Mitillerin icadı olduÄŸunu kaçımız biliriz?
Demir madeni daha önceden de biliniyordu; Hititlere borçlu olduÄŸumuz, “demir sanayii”dir. M.Ö. 2950′de UrÂ’da bir demir balta; M.Ö. 2840-M.Ö. 2700′den gelen Sümer kalıntıları arasında ve Keops PiramidiÂ’nde demir silâhlar bulunmuÅŸtur. Ancak o zamanlar, son derece az bulunan bir maden olduÄŸundan demir deÄŸerli eÅŸyalardan sayılıyordu. Hammurabi zamanında (M.Ö.2000) BabilÂ’de demirin deÄŸeri gümüşünkinden sekiz kat fazla ve altının dörtle üçü oranındaydı. Günümüz de bol rastlanan bu madenin o zamanlarda bunca ‘ender oluÅŸuÂ’nun sebebi neydi acaba?
Çünkü demirin elde edilmesi bakır ya da tunçunkinden daha güçtü. Bakırı eritmek ve toprağından ayırmak için 1.083 derece ısı yeterlidir. Tuncun yapımında kullanılan kalaysa daha kolay (232 derecede) erir. Demirin eritilmesi için 1.535 derecilik bir ısı gereklidir. Bundan baÅŸka, maden cevheri oksit ÅŸeklinde olduÄŸundan, bunu oksijenden ayırmak için çok miktarda redüktörÂ’e yani indirgeme iÅŸlemini yapacak bir aracıya, özellikle karbona ihtiyaç vardır, iÅŸte bu iki ÅŸart, bakır ve tunç metalürjisinde (madenleri ve arıtılmalarını inceleyen bilim.) kullanılan fırınlarla gerçekleÅŸtirilemiyordu. Bunu, M.Ö. 1700′de yapılmış bir Mısır resminde gördüğümüz, ayakla iÅŸleyen körüklerle yapmak ve gerekli miktarda oksijeni maden cevherinden alacak maddeyi saÄŸlamak imkânsızdı.
Demiri herkesin kullandığı bir maden haline getirenler, Hititler oldular. Bunun için de yüksek fırınlardan yaralandıkları kuşku götürmez. Böylece, tunçtan yapılmış ağır silahlar, zırhlar ve kalkanlar, yerlerini demirden olanlara bıraktılar. Arkeologlar, Korsabad’daki II. Sargon’un sarayında bu silahlardan ve araçlardan 160 ton bulmuşlardır.
Demir, Yakın Doğu’dan Mısır’a ve Dorların yaşadığı Balkanlara doğru hızla yayıldı. M.Ö. 900 yıllarına doğru Avrupa’da görülmeye başlanan bu madeni Avrupalılara tanıtan her halde Dorlar olmuşlardı. Doğu Asya, demiri aynı çağlarda benimsedi. Delhi’de, M.Ö. IV. yüzyıldan kalma 17 metre yüksekliğinde ve 17 ton ağırlığında büyük bir sütun bulunmaktadır. Vierendeel: “Bugün bile değme atölyelerin gözünü korkutacak böylesine dev gibi bir parçanın imalinde kullanılan madeni Hindular nasıl eritmiş ve nasıl çalışabilmişlerdir, insan şaşıyor,” diyor.
Tabii demir önce yalnızca askerlikte kullanıldı. Ağır tunç kılıçlar, demirden yapılmış ince, hafif ve uzun kılıçların karşısında ‘âciz’ kalıyordu, öte yandan mızrak, ok ve yay daha kullanışlı biçimde yapılmaya başlandı. Gem ve mahmuz hafifledi. Bunu ev eşyaları ve günlük hayatla kullanılan öteki araçlar izledi. Bıçak, testere, zincir vb. demircilerin atölyesinden çıkmaya başladı. Bu arada makas da icat edildi. Önceleri makas sadece savaşçıların saç ve bıyıklarını kesmekte kullanılıyordu. Bir süre sonra mücevherler de demirden imal edilmeye başlandı.
Demirin gelişmesini izlemek, çok öğreticidir. Yakın Doğulu bir halkın zekâsının ürünü olan bu maden Asurlulara< kan dökücü egemenliklerini bütün Yakın Doğu’ya yaymaları imkânını vermiştir. II. Sargon, Assurbanipal gibi kralların ün kazandığı bu imparatorluk, kendi içinde eriyen Sümer, Mısır ve Babil gibi eski uygarlıkların mirasçısıydı. Asya’nın bu dev temsilcisi karşısında, Avrupa’nın ne önemi olurdu?.. Sadece Yunan dünyasının meydana getirdiği küçük bir ışıklı nokta dışında. Güneybatı Almanya’dan göç etmiş tarımcı bir halkın Keltlerin, birkaç yüzyıldan beri içinde yaşadıkları karanlık, sessiz ve kısır bir dünya, Kelt köylerinin yoksul kulübeleri,. Babil’in, Knosos’un Ninova’nın sanat eserlerinden ve banyolu konutlarından çok uzaklardaydı. Ve Avrupa’nın günün birinde bunları aşacağı, o dönem için aklın hayalin almayacağı bir şeydi.
Bununla birlikte M.Ö. 612′de heybetli Asur yapısı çöktü; Ninova, ateÅŸler içinde yok olup gitti. Yıkıntılarından baÅŸka bir imparatorluk yükseldi: Pers İmparatorluÄŸu. Sınırları daha da geniÅŸleyen bu devlet, AkdenizÂ’e kadar uzandığı Hellen kıvılcımı, Batı’nın yoÄŸun karanlığında henüz pek güçsüz bir ışıktı.
DEMİR VE DÖKME DEMİRİN ZAFERİ
Bu önemli geliÅŸmenin öncüsü, “çelik sanayinin babası” diye adlandırılan John WilkinsonÂ’dur (1782-1808). Madencilik, araçlarını ve tekniklerinin birçoÄŸunu ona borçludur. Hadde makinesini 1552′de NurenbergÂ’de Bruler adlı biri icat etmiÅŸ; iki yüzyıl sonra Fransız Chapitet, madeni oluklu iki silindirin arasından geçirerek “profil” (U,T ya da köşeli vb.) demir imal etmiÅŸti. Wilkinson, bunun kullanma alanını o derece geniÅŸletti ki, XIX. yüzyılın eÅŸiÄŸinde mimarlar, mühendisler ve makine yapımcıları her türlü ihtiyaca uygun boy ve biçimde madeni levha bulabiliyorlardı.
Wilkinson 1774′te boru biçimindeki madeni eÅŸyaların içini “perdahlamaÂ’ ve bir de ‘delmeÂ’ makinesi icat etti. O tarihe kadar Fransız Nicolas FocgÂ’un icadı olan (1750) ‘deliciÂ’den geliÅŸtirilmiÅŸ bir araç kullanılıyordu. Wilkinson bu aracı mükemmelleÅŸtirerek top namlularına uyguladı. Onun sayesinde yepyeni bir ‘araç-makine ailesiÂ’ türedi. Bu aile yetenekli iki teknisyenin (İngiliz Joseph Bramah (1749-1814) ve Fransız Marc Brunel (1769-1849) çalışmalarıyla daha da geliÅŸti. İkisi de tarımcı çocuklarıydı; mutlu bir rastlantıyla sanayi alanına atılmışlardı.
Bramah bir yığın icatlar ortaya attı (sözgelişi, bira tulumbası). Ama, asıl ona büyük ün sağlayan “hidrolik pres” (1796) oldu. Brunel, “delgi makinesi”, “yuva açma makinesi” ve “perdahlama makinesi” yaptı. Bundan başka Liverpool’da rıhtımlar ve doklar, Londra’da Thames ın altına bir tünel inşa etti. (1824-1842). Henry Bramah nın hidrolik presinin işlerken kuru kalmasını sağlayan, eski öğrencisi Maudslay’in (1771-1831) pistonları deriyle kaplaması oldu.
XVIII. yüzyılın sonlarında mühendisler bu tür araçlara sahip olduktan sonra odunu bir yana itip yerine maden kullanmaya başladılar. Maden zaten buhar makinesi için zorunluydu. Araçlar, sonra da en çeşitli mekanizmalar madenden yapılmaya başlandı. XVIII. yüzyılın sonundan on yıl kadar önce. Mühendis John Rennie’nin (1761-1821) yaptığı, dişli çarklılara kadar bütün aksamı madenden olan ilk buharlı değirmen İngiltere’de dönmeye başladı.
Bununla birlikte yapımcılar, kalıba dökmeye son derece uygun olan dökme demiri birçok alanlarda tercih ediyorlardı. XVIII. yüzyılın ortalarından baÅŸlayarak İngilizler, dökme demirden çok çeÅŸitli dökme eÅŸyalar yaptılar: 1738′de ray, 1755′te vagon tekerleÄŸi, hidrolik çarklar ve kazanlarÂ… 1773′te teknik, madenden bir köprü yapmaya karar verilmesiyle bir atılım daha yaptı.
Köprü yapımcıları bundan önce de maden köprü inÅŸa etmek hevesine kapılmışlar, 1755′te LyonÂ’da üç kemerli bir köprü yapmaya kalkışmışlardı. Ama bu tasarı zamana göre aşırı ileriydi. 1773′te İngiltere artık bu iÅŸ için olgunlaÅŸmıştı. Darbylerin fabrikaları, yakınlarında bulunan Severn ırmağının üstüne ilk “demir köprü”yü attı. 1779′da trafiÄŸe açılan ve hâlâ sapasaÄŸlam duran bu köprü, zamanında bir ÅŸaheser olarak karşılanmış, yapımcısı Abraham III. Darby “mühendislik ve mimarlık sanatına yeni ufuklar getiren öncü” olarak kutlanmıştı.
Dökme demir köprüler birbirini izledi: 1796′da SunderlandÂ’da 1804′te ParisÂ’te (le pont des arts) 1806′da yine ParisÂ’te (le pont dÂ’Austerlitz) Bu baÅŸarılar tutkuları kamçılayınca, dökme demirle büyük binalar inÅŸa etmeyi deneme hevesi baÅŸ gösterdi. Fransız mühendisi François Joseph Belanger (1744-1818), ParisÂ’te 1811′de buÄŸday halini 40 metrelik, dökme demir kubbeyle kapatmayı baÅŸardı. Dökme demir doruÄŸuna ulaÅŸtığı yerde, demir ve hemen ardından çelik onu geçmeye hazırdılar. 1787′de Wilkinson ilk demir gemiyi kızaÄŸa koyar, 1796′da Amerikalı Finley ilk asma köprüyü tanıtırken, mimarlar da demiri, yapılarda gizli kalan ‘iskeletÂ’ olmaktan çıkarıp ‘dekoratif (süsleyici) unsur olarak kullanmayı düşünüyorlardı.
Köprüler, gemiler, araç-makineler, kubbeler gibi yararlı teknik uygulamalara rağmen, XVIII. yüzyılın sonunda madenin başlıca kullanıldığı yer hâlâ savaş sanayisiydi. Silah imalâtçılarıyla top dökümcülerinin sanayide yerleri kamu işleri mühendislerinden önce geliyordu. Fransız Devrimi’nin Avrupa’yı karşı karşıya getireceği bütün büyük çarpışmalarda demir, madenlerin kralı oldu. Ordunun ihtiyaçları nedeniyle de olağanüstü gelişimini sürdürdü.
Çelik alanında tüfek, VaubanÂ’dan bu yana deÄŸiÅŸmemiÅŸti. Fransızlar, Devrim ve İmparatorluk savaÅŸlarını 1777′de kullanılan silahlarla sürdürmekteydiler. Bunlar, hâlâ ağızdan döktürülüyorlardı.
TüfeÄŸe karşılık, top yapımı ilerleme kaydetmiÅŸti. GösterdiÄŸi balistik (atış uzaklığı) sorunlardan ötürü matematikçilerin dikkatini çekmiÅŸ, bu sayede saÄŸlam bilimsel temellere kavuÅŸmuÅŸtu. İngiliz Benjamin Robins (1701-1751), mermilerin silahtan çıkış hızını ölçmek için bir “balistik sarkaç” icat etmiÅŸ ve “iç balistiÄŸin” temellerini atmıştı. İsviçreli Johann Sulzer (1720-1779) da, 1755′te havanın direnci üzerine ilk deneyleri yaparak “dış balistiÄŸin” esaslarını buldu. Bu direncin 1781′de matematik kanununu koyan, Prusyalı Georg von Tempelhof (1737-1807) ve İngiliz Charles HuttonÂ’dur (1733-1824).
Bu kuramlarla kişisel gözlemlerin gösterdiği yoldan ilerleyen Fransız Jean-Baptiste de Gribeauval (1715-1789), yarım yüzyıl boyunca Avrupa savaş alanlarında gürleyecek olan maddeyi buldu. Ondan önce top hâlâ tunçtan yapılıyor, ama önce dolu dökülüyor, sonra delinip perdahlanıyordu. Namlu dibi kapalı olduğundan gülleler hartuçla atılıyor, nişan da nişan çizgisi’ ve ‘nişangâh’la alınıyordu.
Aracın, ’sefer topu’ ve ‘kuşatma topu’ olarak ikiye ayrılması, parçaların uzatılması ve kısaltılmasının yanısıra getirilen tek yenilik standardizasyonuydu. Araçların bölümlerinin aynı ölçüler üzerine imal edilmesi kolayca parça değiştirilmesini sağlıyordu, İngiliz Henry Shrapnel’in (1761-1842) icat ettiği ‘obüs,’ topu daha öldürücü bir araç haline getirdi. İspanya seferinde bu silâhla ilk karşılaşan Napolyon orduları büyük kayıplar verdiler.
DEMİRİN TARİHÇESİ